27 Temmuz 2013 Cumartesi

yalın

Yalnızdık.
Yalnızlaştık.
Yalındık.
Yanlıydık.
Yanlıştık.
Yakındık.
Yandık.
Kalabalıkları cımbızlarla seçe seçe tenhalaştırdık.
Oyunu kuralına göre oynamadık sandık.
Yandık.
Yandık sandık.
Yanıldık.
Tenhalarımıza yakıldık.
Tenhaları kalabalıklaştırdık.
 Bendik.
Bencildik.
Yandık, yanıldık.
Mızıkçılık yapıp kabul etmedik yandığımızı,
Bi’ hakkımız daha olmalıydı,
Oyuna yeniden başlanmalıydı.
Çünkü mahalle de bizimdi oyun da.
Biz ne dersek o olmalıydı.
Olmadı.
Kırdık.
Kırıldık.
Birkaç satıra sığacakları kelime kelime yazdık.
Alt alta ve kelime kelime.
Her kelimenin sonuna nokta koyup bi’ satır atladık.
Aldattık.
Aldatıldık.
Noktaların sonu gelmez sandık.
Kalemimiz nokta koymaktan yorgun.
Uçları kırık ve güçsüz.
Kördük.
Körü körüne kördük.
Cümle sonu kafiyesini bulana kadar sürdürdük.
Cümle sonları hiç gelmez;
Bi’kaç kelimelik satırlara cümle denmez.
Sıkıldık.
Sıkıştırıldık.
Birbirimizden sıkılmaktan sıkıldık.
Çözüm bulamamaktan ve derdi, öfkeyi, hüznü, aşkı, sevdayı, ölümü ve göçü anlatmaktan aynı yüze…
Bunlardan sıkıldık, yüz aradık yenisinden.
Yüz bulamadık; doksan dokuza gelemeden.


12 Nisan 2013 Cuma

taştıklarım

     uyuşuyorum bazen. hissetmiyorum kendimi. o anlar üzgün hissetmek istiyorum. mutlu hissetmek istiyorum. hissetmek istiyorum. olmuyor. hissedemiyorum kendimi; dokunduğum yerleri. saydam oluyorum. şeffaf oluyorum. içim dışım bi' oluyor sanki. aldığım nefes ciğerime dokunamadan karışıveriyor havaya.

     kötü hissetmek ister mi insan? ben istiyorum. hissetmeyi istiyorum. iyi ya da kötü fark etmez. hissedemiyorum. olmuyor. elini eteğini çekince üzerimden çıplak kalıyorum. üşüyemiyorum. soğuğu bile hissedemiyorum. soğuk diyorum. ankara'nın acımasız soğuğunu. o soğuğu hissetmemek yürek ister. ben yüreğimi istiyorum.

     hissiz ve utangaç oluyorum. yalın oluyorum. yalın ayak... cam parçaları batıyor ayaklarıma. görüyorum. seslerini duyuyorum cam çıtırtılarının. hissedemiyorum onları da. bi' küfür sallıyorum belirli belirsiz. çıkmıyor sesim.

     sensizliği düşününce, sen olmayınca çocuk oluyorum. hani kolu kırılsa, bacağı kesilse oyununa devam eden çocuklardan. hissedemiyorum acıyı, öfkeyi, mutluluğu, arzuyu, şefkati.

     bazen gidiyorsun belli belirsiz. duman oluyorum. içim sığmıyor içime. koşar adım duruyorum kendimde. içimde ne depremler ne fırtınalar... saçma sapan umutsuzluklarla taşıyorum. taştıklarımda boğuluyorum. öldüğümü hissetmiyorum.

     sen gidince; ne gitmesi, gitmeyi düşününce ben ölüyorum. öldüğümü hissetmiyorum. acı çekemiyorum. kabir azabı uğramaz oluyor kibir duvarlarıma. kibrimi hissetmiyorum. bi' kibrit olup yakmak istiyorum kendimi. alev aldığımı hissetmem diye yanaşmıyorum.

     sana yanaşmak istiyorum. soğuğuna al beni, sıcağında sakla beni istiyorum. durmak istiyorum koşarak. tek nefeste gelmek istiyorum. sana gelmek gelmiyor elimden. ellerimi sıkıyorum, duvarlara vuruyorum. hissetmiyorum.

    " gitme! " diyebiliyorum sadece. bilirim sevmezsin emirleri. ama emretmek istiyorum bu defa. itiraz etsen içime hapsetmek istiyorum seni emre itaatsizlikten.

   


   
   

12 Şubat 2013 Salı

açık mektup

     kavgalarım vardı kendimle. kendimden büyük, büyüklüğümden küçüktü. ve kavgalarım vardı yumruklar içermeyen. düşünceler sarardı kollarıyla. kollarım yetişmezdi sarmalamaya. son olsun temennileri içeren paragraflarım vardı. ve sayfa sayfa özürlerim. özürlerim yetmezdi affetmeye, affedilmeye.

     nedenleri belirsiz neden arayan sorularım vardı. ifade edemezdim nedenleri. nedenler hep uzaklardaydı. kırdım, kırdıklarımdan nice fazla kırıldım. nedendir bilinmez. öfkelerim oldu hep sessizliklere gebe.

     insan sevdiğini üzer saçmalıklarına karşı sevmemeyi öğrendim. kaçmayı, susmayı öğrendim. kaçarak sevmeyi, konuşarak susmayı... zordu. imkansıza yakındı. imkansız nedir bilir misin? onca imkanın içinde sızılarla gelen imkansızı?
 
     katlettim. nerede bir sevgi görsem, nerede mutluluk görsem katiliydim. cezam kesilmese de, kesilemese de suçluydum. suçu öğrendim. suçlanmayı da. susamadım nice sonra. kaçamadım. yüzleşmem gerekti yüzsüzlüklerle. kaçamadım işte.

     anılarda kalmasın istedim anlar. huysuzlandım. kaybetme korkusuyla kaybetme anları biriktirdim.

     güzel olanı yok etme, çirkinlikleri baş tacı etme gibi densizlikler yaptım. açık bir mektup bu. hani derler ya "ölümümden kimse sorumlu değil" diye. madem tersine yaşadım, madem tersine döndüm bu dünyanın buna da itirazım var elbet. "yaşamımdan, yaşattıklarımdan kimse sorumlu değil"lerim oldu. olacak. "ben buyum"ların  arkasına sığınacağım hep. hatalar yapacağım. yaptım. yapıyorum. her fiil çekiminde hatalarla sevişiyorum.

     ölümsüzlüğü özlüyorum. benim bile öldüremediğim anıları, anları ve gözleri. ışığını söndürmeyi beceremediğim yeşillikleri.

     ölümsüzlüğü istiyorum ölümlerden söz etmeden. ölümsüzlük adın. adın bir kaç kelime. alfabenin tüm harflerini içinde barındıran, yaşatan. adım bir kaç kelime. alfabeden hiç harf çalamayan.

     nefretim büyük kendimden. öfkem de. küçülür kalırım arkasında.

     senden büyük sevdam. öfkemden de, nefretimden de.

     beceriksiz bir şairin dize sonu saçma kafiyeleri gibi yaşamım sensizken. sen olduğunda kafiyeye, dizeye, mısraya, şiire ihtiyaç yok. ihtiyacım yok kelimelere. gel. gelişin olsun gidişin olmasın benden. en büyük bedduam bu olsun sana. en büyük öfkem ve nefretim.

7 Ocak 2013 Pazartesi

Ütopya Muhafızları



     “Bir sorun mu var?” diye soruyordu genç adam. Yüzüne bakmayan, bakamayan sevgilisi ise yerin dibi ile pazarlık yapıyordu adeta. Sanki yalvarıyordu yarılması ve kendisini içine alması için. “Hayır” demekle yetindi genç adama. “Hayır, bir sorun yok”. Üstelemedi genç adam sevgilisine ya da sevgilisi olduğunu düşündüğü genç kadına. Genç kadın gitti olmayan sorununu da yanına alarak. Yarı ağlamaklı ve bütünü ile utangaç… Kadın gittikçe adam düşünüyordu. Belki kendine kızıyordu. Utanmasa ağlayacaktı. Utanmadı. Ağladı. Kadın gidiyordu. Adam utanmasa arkasından seslenecekti. Utanmadı. “Gitme” diyebildi cılız bir sesle. Kadın duymadı. Kadın gidiyordu. Adam utanmasa utanacaktı. Utandı.
     Büyük kavgaları, anlaşmazlıkları, kıskançlıkları, güvensizlikleri barındırır en huzurlu ilişkiler bile. Çok seversin. Büyük seversin bu kez ama sevdiğinden çok kıskanırsın. Sevdiğinin sonsuz misli kadar ağır kavgalar edersin. Kendine olan güvensizliğini binle çarpıp “O’na güvenmiyorum” dersin. Güvenmediğin kişinin bizzat kendin olduğunu bile bile kendine yalan söylersin. Asla O’nla kavga etmezsin. Kavga ettiğin aynada gördüğündür. En sonunda öylesine sıkılırsın ki bu karmaşadan sorunlar yaratmaya başlarsın Tanrı edası ile. Yanında iken birkaç dakika başka şeyle ilgilenmesi ayrılık sebebi olur. Ya da telefonuna gelen bir mesajı kafanda öyle bir kurarsın ki artık o aldatan sevgilidir. Sonunda kaçınılmaz olan durum gelir bulur seni. Ayrılık. Kadın gider. Sen ya ardından içersin ya birkaç satır yazarsın şiir mi, hikaye mi olduğu belli olmayan. Bazen abartırsın ve içerken yazarsın. Bazen kendin için yazarsın. Bazen giden için. Mutluluk ütopyadır. Mutsuzluk ise ütopyanın giriş kapısı. Ütopya demişken:
      Güne gülümseyerek başlamak… Pencereden sızan güneş ışıklarına yeni umutlar yüklemek, yeni sevinçler çıkarabilmek büyük bir yetenektir aslında. Güneş ışınlarının bile simsiyah olduğu günümüz günlerinde umuttan söz etmek ütopyada daire sahibi olmaya benzer. Siyahın kaba hükmünü sürdüğü zamanlara denk gelmenin endişesi ve korkusu ise zemin altı bir apartman dairesidir. Siyah öylesine bencil, öylesine anlayışsız olmuştur ki beyazlara yer vermeyi geçtim griye selam bile çakmadan devam eder yoluna. Karartarak ve kararlıca… İnsanı hayattan zevk alamaz hale getirene kadar uğraşır. Zevk büyük bir ütopya…  Yaşamak istersin hani, inadına nefes alırsın. Gülümseme kırıntıları katarsın göz kenarındaki anlamsız kırışıklıkların yanına. Umut dersin. Mutluluk dersin. Mutluluk bir ütopya dairesi… Umut ise o dairenin hizmetçisi adeta. Haz almak istersin attığın adımdan. Adım atmak zorundasındır madem; aşk ile, özlem ile, huzur ile atmak istersin adımlarını. Ayak oyunlarına gerek kalmadan sadece yürümek istersin. Gözyaşların mutluluğa aksın istersin. Gözyaşlarından haz almak istersin. Aldırmazlar. Dilemek dilenmektir. İstemek sanki yalvarmaktır Tanrı rızası için. Dilemek istersin, dilendirirler. Haz ile dilenmek istersen çok para kazanman için ya kolunu ya bacağını keserler. İnsanlık ütopyadır, insan o ütopyanın kanalizasyon deliği…

24 Kasım 2012 Cumartesi

öğretmenim'e


     Yeryüzünün öznesidir öğretmenler. Dünyadaki tüm iyiliklerin ve kötülüklerin tek sebebi onlardır. Onlar şekil verir çocuklara; bir hamuru biçimler gibi. Ve onlardır ki insan yetiştirirler. Evlat edinirler kendilerine ait olmayan, bir o kadar da kendilerine ait olan çocukları. Öğretmenlerdir derdi, sıkıntıyı, üzüntüyü ve mutluluğu bir arada yaşayanlar. Sözüm onlara olmayacak lakin bugün. Sözüm öğretmenime olacak. En büyük öğrencisinin ben olduğum öğretmenime. Mezun olmama sayılı günler kala, bir daha belki de kimseye “öğretmenim” demeyeceğim o zamanlarda bile bana öğretmeye devam edecek olan öğretmenimedir bu satırlarım. Bana hayatı öğreten, mutluluğu, hüznü, sevinci, kızmayı, küskünlüğü, her duygunun aşırısında yüzmeyi öğreten O’na. O’nun en zor öğrencisiyim. Bunun farkındayım. Hayatı boyunca öğrencisi tüm olacak çocuklarının toplamı yaşındayım. Biliyorum. Ve yine biliyorum ki hayatından asla mezun olamayacağım. Olmayacağım. Hatalar yapıyorum, yapacağım. O bana kızacak, kırılacak, öğütler vermeye devam edecek. Her defasında büyük bir sabır ve şefkat ile beni bana anlatmaya çalışacak.  Beni kabul etmeye çalışacak; bir yandan da değiştirmek için uğraşırken.
     Kravatını düzelt, saçını kes, dersini çalış demeyecek belki. Fakat yoklama alacak. Onsuz geçirdiğim günlerin sebebini ve hesabını öğrenene kadar kızacak bana. Veremeyeceğim hesabını. Belki de hayatımdaki en değerli insana, öğretmenime bunun hesabını veremeyeceğim. Onsuz geçen dakikalardan dolayı utanacağım. Fakat içimde hep bir tutku olacak. Zamanı aşıp O’na ulaşacağım güne ulaşma tutkusu… Ve O büyük sabrı ve inanılmaz şefkati ile gülümseyen gözleri ile bana bakmaya devam edecek. Öğretmenler günün kutlu olsun bana beni öğreten, bana yaşamayı öğreten, vazgeçmemeyi, sıkılmamayı, kaçıp gitmemeyi öğreten güzel kadın. Öğretmenler günün kutlu olsun ben bile bana katlanamaz iken bana katlanan, benim için o çok sevdiği mesleği adına yapması gerekenleri yapamayan, gök gürültüsünden korktuğum zaman sığındığım kadın. Öğretmenler günün kutlu olsun yeşilim.

18 Haziran 2012 Pazartesi

üç buçuktan sonsuz


     “Vay be”. Koskocaman bir iç çekiş eşliğinde, gecenin bir köründe çıkan bir feryat. Koskoca bir vay be… Demek koskoca 21 doğum günü senden bi’ haber kutlanmış. 21 sene kere sen olmadan kelimeler anlanma yolunda adımlar atmış. Yakınlarda sana: “sensiz geçen her an sanki sana ulaşmak için geçmesi gereken aşamalar, atılması gereken adımlarmış” demiştim ya hani. Arkasında sonsuz güçle duracağım sözlerimden birisi de budur emin ol.
     Sensiz kutlanan, kutlanıldığı sanılan doğum günlerim için seni suçlayamam. En azından ilk 2’si için. Doğmamıştın çünkü. Bu dünyaya geldiğimde sen henüz yoktun. 2 sene dünyayı güzel bir yer haline getirmem için bana görev verdin ve sonra sen geldin sanki. İyisine kötü, kötüsüne daha da kötü bulaşmış bu dünyayı istediğin kadar güzel bir yer yapamadan doğdun. Peki ya geriye kalan 19 doğum günü? Neredeydin?
     22 oldum ben. 3 olduk biz. 3 vakte kadar diye başlayan fallara inat, sonsuz vakte kadar olmak yoluna girdik biz. “Üç buçuktan dört olsun örtmenim” diyen bir çocuğun masumluğunda üç buçuktan sonsuza kanaat notu aldık biz. Biz olduk biz; ben ve sen bencilliklerinde. Bana ve sana olan bencil inançlarımıza inat sencilliklerimizi yarıştırır olduk biz.
     Tükenmez kalemler, unutulmayan şarkılar, dilden dile; kulaktan kulağa aktarılan sözde zamanı geçmeyenlere inat sonsuz olduk biz.
     Saat 3’ü 3 ay geçerken sessiz olduk biz. Susarak konuştuk, kızarak sevdik, kıskanarak mutlu olduk, gülümseyerek üzüldük.
     Şimdi. Telefonun çalan ziline inat eder gibi bakmadığım, aşk dolu olduğuna yeminler edebileceğim mesajına cevap vermeyeceğim sevgili. Bekleme. Neden mi? Bu bir intikam. Sensiz geçmesine izin verdiğin onca aya, sensiz doğmasına izin verdiğin onca aya inat. Tebessüm oluşacak ya dudaklarının kenarlarında bana o yeter. Senle olmak her şeye değer. Değerini biçemediğim tek şey sen, değerini biçemediğin tek şey ben. Değersizliklere inat, mutlu/mutsuz biten sonlara inat düşe kalka ayakta duran biz ve üç buçuktan dört sonsuzluğumuz.

4 Haziran 2012 Pazartesi

beni sadece sen ayakta öldürebilirdin


 Beni sadece sen ayakta tutabiliyordun. Ayaklarım kırıldığında sen gitmiştin. Duramıyordum ellerimin üzerinde. Ellerim ellerindeydi. Sürünen vücudum tren yollarında. Trenin sesi çalınıyordu kulaklarıma. Senin benden çalındığın gibi… Gece olmuştu üstelik. Kararmıyordu oysa hava. Güneş tam tepede… Fakat hala gece… Gecenin hece bölen vezni vardı haykırışlarda. Haykırışlarımdan ses çıkmıyordu. Di’li geçmiş zamanlarım vardı. Ve miş’li gelecek zamanlarım.
      Beni sadece sen ayakta tutabilirdin. Bir temenni idi bu. Sabah olmuştu tüm karanlığı ile. Ay tam tepede idi. Ama aydınlıktı alabildiğince. Havada garip bir hüzün, garip bir veda… Karışmıştı gece gündüze sana karıştığım gibi. Gidiyordun sanırım. Emin olduğum ilk sanırımımdı gidişin. Gidiyordun. Emindim sanırım. Bakamıyordun ya gözlerime giderken. Senden çok aşağıda, o tren yolunda sürünürken inadına gidiyordun gülümseyerek.
     Beni sadece sen ayakta tutamadın. Bir serzenişti bu. Serzenişlerim sen dolu umutsuzluklarla dolu. Umutsuzluğum senden ayrı benden ileri. Ben senden öte, senden bir adım öteye gidemeyecek kadar sen. Ağlak şairler gibi hüznü dans ettirebilen bir ben var geride. Gemilerde… Hüzün yüzün kokar. Yüzün acı dolu bir gülümsemeye ev sahibi.
     Beni sadece sen ayakta yıkabilirdin. Bir aşktı bu. Hüzün yüzümün yatılı misafiri… Gözlerim sensizliğin başkenti. Sözlerime ektiğin umut tohumları çürümüş. Öfkeydi bu. Hasadını kaybetmiş bir çiftçi öfkesi.
     Beni sadece sen ayakta öldürebilirdin. En büyük isteğimdi bu. Dimdik, gözlerin gözlerimle aynı hizada… Fakat ben öleyazarken seni yazmak aynı zamanda. Beceriksiz yazarların yaşadığı gönül sancıları… Sigara dumanı eşliğindeki daktilo yazıları… Oysa ben ne yazabildim ne sigarayı içime çekmeyi becerebildim. Ne seni yaşayabildim ne sensizliği hayal edebildim.
     Beni sadece sen ayakta yolcu edebildin. Gözlerime bu denli cesaretle bakarak “git” diyebilen olmamıştı hiç. Acımasızlık mıydı bu yoksa cesaret mi? İç acısı denen şey olmamış mıydı ben giderken. Sitemlerime kulaklarını tıkayabilmen nasıl bir duygu haliydi?
     Beni sadece sen ayakta… Cümlelerimin sonu gelmez, gelenler sana koşar. Sürünerek koşmak nedir bilir misin sen? Ya da anadilini unutan bir adamın üç noktalara bu denli sığınmasına nasıl anlam verirsin?  Bana sadece sen üç nokta koydurabilirsin. Ne nokta ne virgül… Nokta için çok erken virgül için çok geç.